Fen lisesi mezunuyum. Zorunlu
sayısallık. King oynarken ceza haklarınızı bitirdiğinizde SSK olursunuz ya
benimki de öyle bir şey. Fizikten nefret ederim, mühendislikten uzak durmamın
başlıca sebebidir. Asla aramız iyi olmadı. Ezberci eğitime karşı olmama rağmen
fizik derslerini nasıl başardıysam ezber yolu ile geçtim. Kimya ile iç
güveysinden halliceydik. Severdim, kafam basardı (periyodik cetvelin lisede
tamamını şimdi ise anca %30 unu fln ezbere biliyorum). Biyoloji ise hayatımdı resmen.
Endoplazmik retikulum ile dalga geçmedim, eğrelti otunun DNA yapısının insana
benzerliği olağanüstü gelirdi. Mikroskop seti hayatımda en çok istediğim
hediyeydi. Saatlerce soğan kabuğunu inceleyebilir, anneme kasaptan aldırdığım
böbreği, kalbi kesip resimlerini çizmeye çalışırdım.
***
Matematik de dahil olmak üzere,
normal sayısal dersleri dışında birde bunların “uygulama dersleri” vardı. Bu
derslerde, ispat yapardık. O hafta matematikte “Pisagor Teoremi” öğretilmiş
mesela hemen ertesi günkü uygulama dersinde sanki Pisagor bizmişiz gibi bu
teoremi ispatlardık. Aynı durum FKB içinde vardı. Normal derslerde ne
gördüysek, hemen uygulama dersinde ispatı. Çok söylendim, çok küfrettim. Hatta
“Menelaus Teoremi” ni ispatlamaya çalıştığımız bir derste (şimdi sorsan ne diye
hatırlamıyorum) “Hocam valla adam oturmuş ömrünü çürütmüş ispatlamış. Ayıp
değil mi şimdi dalga geçermiş gibi 45 dakka da biz ispatlıyoruz ölmüş adamın
arkasından Allah taş yapacak többeee többee…” diye isyan etmişliğim, sınıftan
destek görmüşlüğüm var. Birkaç kalem bırakma eyleminden sonra hocanın “Sınavda
sorcam, gerisini kendimiz ispatlarız diyorsanız bırakalım dersi” demesi ile
isyanım çabuk bastırılmıştı. Lisede sınav da sorucam deyip, öğrencilere tersten
İstiklal marşı bile okutursunuz…
***
Bu kadar teoremin, hipotezin, ispatın
sonucu; düz mantıktan ilerlersek pozitif bilimlere yönelip kariyeri buna göre
planlamaktır. Öyle de oldu. Biyoloji manyaklığımın doğrultusunda biyolog olmak
istedim. Mezun olunca da moleküler biyoloji üzerine akademik kariyer
yapacaktım. Tabi olaylar istenilen şekilde gelişmedi ve İşletme okudum. Fakat
fen lisesinin hayatıma tek etkisi kariyer planlaması olmadı. Her öğretilen
şeyin nedenini nasıl bulunduğunu da öğreten bir müfredat sonucu herşeyi
sorgulayan bir insan oldum. En basit bir şeyin bile nedenini sorgulamak beynime
yerleşti resmen. İstemsiz yapıyorum bunu. Bir olay dönüyor ortada direk kafada “neden,
nasıl” soruları başlıyor bende. İlle de olayın/sorunun/durumun kaynağına inme
isteği… bundan ötürü beynin patlayana kadar düşünme, kendince yargılara varma
ve karar verme… Çünkü zamanında Pisagor teoremini oluştururken birine gidip “hocam
bak bi olmuş mu?” diye sormamış. Kendi içinde problemi oluşturmuş, çözüm yolunu
bulmuş ve ispatlamış. Bende aynı şekilde kendi içimde çözümleri bulup
ispatlamaya çalıştım ama atladığım bir detay vardı ki ben bilim adamı değildim
ve ortada üçgenin iç açıları ile ilgili bir durum yoktu.
***
Yıllar sonra anladım ki, bu
şekilde her şeyi kendi içinde çözemezsin. Özellikle ikili ilişkileri asla
çözemezsin. Ortadaki durum neyse bunun karşılıklı konuşulması gerekir. Benim yaptığım
gibi kendi içinde sorunu evirip çevirip nedenini bulup buna göre çözümünü
geliştirerek olmaz. Belki yanlış anladım ya da hiç anlamadım. Bir sor dimi
karşı tarafa derdi neymiş. Neden böyle davranmış, neden böyle demiş. Çok basit
aslında; soru aynı sadece yönü farklı. Kendine değil karşındakine soruyorsun. Bu şekilde hem senin kafa rahat oluyor hem de
karşı tarafı sebepsiz germiyorsun. Ortada manasız tripler, anlaşılmaz laf sokan
cümleler dolanmıyor. Böyle olması gerektiğini anlamam için bazı acı verici
durumlarla yüzleşmem gerekti ama öğrendim. Tabi bunu iş işten geçtikten sonra
fark etmek ne kadar anlamlı orası tartışılır.
NOT: Akrep burcuyum.
17.07.2012
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder